Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Hatip Dicle: Demirtaş şimdi serbest kalsa, Genel Başkanlık koltuğu onundur.

Ahval / Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Hatip Dicle, bir süredir yurtdışında siyasi yaşamını sürdürüyor. Yurtdışında ama siyasetin de tam merkezinde. Hatip Dicle ile, başta Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi gündemi olmak üzere, Öcalan’a uygulanan tecrit ve Kürt siyasetinin gündemini konuştuk.

Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit koşullarını protesto eden Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in açlık grevine başladı. Ardından Mehmet Öcalan, İmralı’ya giderek Öcalan’la bir görüşme gerçekleştirdi. Güven’in açlık grevi var ardından gerçekleşen bu ziyareti nasıl yorumluyorsunuz?

Biliyorsunuz, 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra gazetelerde Öcalan’ın can güvenliğine ilişkin çok fazla spekülasyon yayımlandı. O zaman Türkiye’deydim. DTK olarak bir araya geldik, başka kurumlarla da görüştük ve şu karara vardık; 50 siyasetçi Sayın Öcalan’ın ziyaret edilip, yaşadığının anlaşılması şartıyla süresiz ve dönüşümsüz bir açlık grevi başlatacak. Ben sağlık koşullarımdan dolayı katılamamıştım, ama Leyla Güven arkadaşımız o açlık grevinde de vardı.

Sonuçta 11 Eylül 2016’da yine kardeşi Mehmet Öcalan çağırılarak adaya götürülmüş ve açlık grevi de hedefine vardığı için sona ermişti. Bunun ardından 28 ay geçmiş ve yine Sayın Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alınamıyordu. İmralı Heyeti üyesiydim. Görüşmeler 5 Nisan 2015’te kesildi ve ondan sonra Türkiye çok şey kaybetti. Özgürlükler, ekonomi, demokrasi, darbe girişiminden sonra binlerce insanın tutuklanması, her açıdan büyük hak ihlalleri oldu.

Leyla arkadaş da muhtemelen şöyle düşünmüştür; biz kaybettiğimizi kaybettiğimiz yerde aramalıyız. Tecridin kırılmasını merkeze koydu. Bu faşizme karşı mücadelenin kilit noktasıdır. Çünkü Sayın Öcalan her tecrit edildiğinde Türkiye’de mutlak suretle antidemokratik uygulamalar, Kürtlere saldırı gibi demokrasiye aykırı işlemler oluyor. Bu nedenle açlık grevi doğru bir karardır.

12 Ocak’ta Sayın Öcalan’la kardeşinin görüşmesi, en azından sağlığının yerinde olduğu ve yaşadığı haberi için önemliydi. Ama asıl önemli olan açlık grevinin de nedeni olan tecridin kırılmasıdır. Leyla Güven arkadaş buna devam ediyor, çünkü sağlıklı olduğunu, yaşadığını öğrendik ama tecrit kırılmadı. 15 sene cezaevinde yatmış bir insan olarak diyorum; her mahkûmun, her hükümlünün yasal açıdan ailesiyle, vasisi ve avukatlarıyla görüşme hakkı vardır. Bunun Sayın Öcalan’a uygulanmaması kabul edilemez.

Bu ziyaretin tekrar gerçekleşeceğini düşünüyor musunuz?

Umarız olur. Hükümet bundan bir sonuç çıkarır. Daha doğrusu Sayın Erdoğan bir sonuç çıkarır. Çünkü maalesef bir tek adam yönetimi olduğu için her şeye Sayın Erdoğan karar veriyor. Son günlerde İHD Genel Başkanlığı bir heyetle Adalet Bakanı’nı ziyaret etti. Adalet Bakanı da onlara bir şey diyememiş. Diyemez. Kim olsa diyemez. Çünkü Türkiye tek bir kişinin emir ve talimatlarıyla yönetiliyor. Maalesef 1930’ların, 1940’ların Hitler Almanya’sında gibiyiz.

Peki, açlık grevleri yaygınlaşarak devam ediyor. Tekrar ziyaret gerçekleşmediği takdirde ne olur?  

Devlet, Kürtlerin açlık grevlerine başladığı zaman sonuna kadar devam ettiğini daha önceki örneklerden bilir. 1982’de Kemal Pir’leri, Hayri Durmuş’lar ı12 Eylül koşullarında -ki o zaman Kürt özgürlük hareketinin o kadar halk desteği de yoktu- en açlık grevlerinde kaybettik. Devlet o zaman geri adım atmak zorunda kalmıştı. 1990’lı yıllarda mesela bizim cezaevinde olduğumuz 15 yıl süresince de açlık grevleri yapıldı. Hukuki, demokratik hiçbir yoldan sonuç alamadığınız zaman son çare olarak açlık grevine başlayarak, canınızı ortaya koyuyorsunuz.

Ben de cezaevindeyken açlık grevinde çok kaldım. En uzunu 28 gündü. 2001-2002 yıllarında cezaevlerine büyük bir saldırı gerçekleştirilmişti. 30’un üzerinde insan yaşamını yitirmişti. O zaman biz de dört DEP’li milletvekili olarak süresiz, dönüşümsüz açlık grevine başlamıştık. Ta ki, bu alanda sonuç elde edilene kadar… Dolayısıyla, açlık grevleri cezaevindekilerin son çaresidir. Aldığımız bilgilere göre, şu anda cezaevlerinin durumu 12 Eylül koşullarından daha kötü. 12 Eylül’de ben de cezaevinde kaldım, işkence de gördüm.

12 Eylül’de en azından şu vardı; eğer işkencelerde iyi direnmişseniz, size bir şey imzalatılamamışsa, delil yetersizliğinden serbest bırakılıyordunuz. Yani hiç olmasa Kemalistler kendi hukuklarına, kendi yasalarına uyabiliyorlardı. Ama şimdi bu AKP-MHP faşist iktidarı kendi yasalarına bile uymuyor. Çok keyfi bir idare var. Hukuk devleti tamamen askıya alınmış. Hatta Türkiye kanun devleti bile değil. O nedenle hükümlüler, tutuklular da çok büyük baskı altındalar. Şu anda aynı askeri düzen gibi; esas duruşta sayım yaptırma, gardiyan görüldüğünde hemen esas duruşa geçme, çıplak arama gibi aklınıza gelebilecek her türlü insanlık dışı uygulamalar yapılıyor.

Bu iddiaya ilişkin elinizde somut bir belge var mı?

Tabi ki. Biz de bu bilgileri İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’nden alıyoruz.  Onların elinde çok fazla somut belge var. Bunlar iddia değil, belgeler var. Kaynak olarak orayı gösteririm.

Peki, Leyla Güven’in sağlık durumunun kötüleştiği açıklandı. Devam edildiği takdirde ölümle sonuçlanırsa Kürt sorunu nasıl bir yola girer? Ne olur?

Ben böyle bir sonucu düşünmek istemiyorum. Leyla arkadaşın veya başka bir yoldaşın kaybı sorunu çok daha girift, çok daha karmaşık ve bugünkü aşamalardan çok daha farklı noktalara taşıyabilir. Bunu aklıselim bir siyasetçi görür. Dileriz ki, hükümet içinde de, devlet içinde de hâlâ aklıselimin zerresi kalmıştır. Aksi takdirde bunun çok kötü sonuçlara neden olacağını bugünden söylemek için kâhin olmaya gerek yok.

Mehmet Öcalan’ın ziyareti buna karşı gerçekleştirilmiş olabilir mi?

Dileriz ki öyledir. Bakın, Leyla Güven arkadaşın istediği yasaların uygulanmasıdır. Biz açlık grevinde olan arkadaşların en azından şunu söylediğini biliyoruz; şu an ki mevcut yasalar uygulandığı takdirde açlık grevleri hemen sonlanabilir. Başta dediğim gibi; bütün hükümlülerin ailesiyle, vasisiyle, avukatıyla görüşme hakkı var. Sayın Öcalan’da eğer bir hükümlüyse onun da bu hakkı var ve gasp edilemez.

Ayrıca Sayın Öcalan, her konuşmasında, tecridin her kalkmasında mutlak suretle barıştan, demokrasiden, çözümden yana bir tavır ortaya koymuştur. Dolayısıyla, Sayın Öcalan’a yönelik tecridin kalkmasıyla Türkiye’deki bu kötü gidişatın ve ileride sadece Ortadoğu’da değil Türkiye’nin genelinde de kanlı süreçlerin önüne geçebilmek için çok doğru bir halka yakalanmış olacaktır. Bunu sanıyorum şu an açlık grevindeki 234 kişi var, bu halka yakalanana kadar sürdüreceklerdir.

Ayrıca açlık grevine başlayanların sayısı da her gün artıyor. Kürt halkının ve siyasetçilerinin bu konuda ne kadar keskin bir iradeye sahip olduklarını, en azından 40 yıllık mücadelenin sonucunda devlet de biliyordur. Bu nedenle çok fazla bir şey söylemeye gerek görmüyorum.

Dedikleriniz üzerine 2012 yılındaki açlık grevlerinin ardından başlayan çözüm süreci akla geliyor. Şimdi 31 Mart yerel seçimlerine de giderken, bu durum seçimin ardından yeni bir çözüm sürecinin başlayacağına işaret eder mi? Yeni bir çözüm süreci başlar mı?

2012 yılındaki Türkiye ile bugünkü Türkiye birbirinden çok farklı. Siyaseten bir nitelik değişimi var. Diyelim ki; 1928’in Almanya’sıyla 1930’un Almanya’sı arasındaki nitelik farkı gibi. Dolayısıyla, böyle bir sonuca gidileceğini öngörmüyoruz. Şu anda Türkiye, özellikle Kürt sorunu konusunda ki sadece Türkiye’deki Kürtlere değil; Rojava’daki, Güney Kürdistan’daki bütün Kürtlere karşı büyük bir saldırı içindedir.

Yani Kürtlerin Ortadoğu’da, hiçbir yerde kendi kendisini yöneten bir statüye sahip olmasını istemiyor. Üstelik bunu devletin bekasıyla eşit görüyorlar. Biz de şunu diyoruz; hayır, bunun Türkiye’nin bekasıyla hiçbir şekilde bir alakası yoktur. Türkiye’nin bekası açısından düşünülürse; Kürtlerle barışmak bütün Türkiye ve Ortadoğu halklarının çok daha yararınadır.

Bakın, şu anda Rojava Kürtleri yürüttükleri mücadeleyle bütün dünyanın gündemindedir. Hiç saklamıyoruz; Amerika’sından Rusya’sına, İran’ından Suriye’sine kadar herkes Kürtlerle iyi ilişki içindedir. Rojava Kürtleriyle, YPG’yle, PYD’yle görüşüyor, konuşuyorlar. Bir tek Türkiye görüşmüyor. Düşünün, dört parça Kürdistan dersek, Türkiye’de 20 milyonun üzerinde Kürt yaşıyor. İran’da diyelim 10 milyon, 6 milyon civarında Irak’ta ve 4 milyon civarında da Suriye’de Kürt yaşıyor. Bunların içinde dikkat ederseniz 20 milyonla en fazla Kürt nüfusa sahip olan devlet Türkiye’dir.

Ama bu devlet Kürtlerle konuşmuyor. Ne siyaseten Türkiye Kürtleriyle konuşuyor, HDP’ye neler yapıldığı ortadadır, ne Güney Kürdistan’daki Kürtlerle. KDP’yle ilişkileri bir ara çok iyiydi, referandum sürecinde o da bitti. İran Kürtleriyle zaten düşmanlıkları var. Şimdi de Rojava Kürtlerine düşmanlık yapıyorlar. Oysa Rojava’dan Türkiye’ye tek bir taş dâhi atılmamıştır.

Salih Müslim’in, diğer bütün özerk yönetim yetkililerin bütün açıklamalarında Türkiye’ye hep barış ve kardeşlik mesajları verilmiştir. Buna rağmen Erdoğan’ın temsil ettiği AKP-MHP ve Ergenekon ittifakı bugün kesinlikle İttihat ve Terakki görüşlerini taşıyarak yeni Osmanlı yaratma hayalleriyle adeta Hitler Almanya’sının çizgisini izlemeye çalışıyorlar. Maalesef şu an hegemonyacı, saldırgan, faşist, antidemokratik bir manzara var. Böyle bir durumda da doğrusu biz Türkiye yönetiminden demokratik bir adım beklemiyoruz.

Türkiye’nin 2019 yılında ekonomik, siyasi, askeri açıdan çok daha zorlu günler geçireceğine yönelik öngörülerimiz var. Dilerim yanılırız. Hiç kimsenin zarar görmesini istemeyiz. Ama maalesef siyasetçi olarak öngörülerimiz bu düzeydedir. Ne yazık ki bizi daha kötü günlerin beklediğini söylüyoruz.

HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı yalnız bıraktığına ilişkin bir izlenim var. Demirtaş ve diğer tutuklu milletvekillerinin özgürlüğü için niçin böyle bir eylem yapılmadı da Öcalan için yapılıyor? Buna ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Geçen günlerde Sayın Selahattin Demirtaş buna ilişkin bir açıklama yaptı. Dedi ki, “Sayın Öcalan’ın durumu çok farklıdır.” Örneğin, DTK eski Eş Başkanı ve 40 yıldır bu mücadelenin içindeki Hatip Dicle olarak ben -ki Kürt halkı tarafından takdir edilen bir insanım- çağrı yapsam ve desem ki, “Gerilla şöyle yapsın.” Olmaz bu. Yerine gelmez. Belki bana saygı duyarlar ama benim söylediğimi ya da çağrımı bir talimat olarak almazlar. Sayın Demirtaş da bunu söyledi.

Sayın Öcalan, dört parçadaki Kürtlerin üzerinde büyük manevi nüfusu olan bir liderdir. Diyelim ki, Sayın Öcalan özgür bırakılsa ve dese ki; “Rojava’daki Kürtler şöyle hareket etmeli”, Suriye’deki Kürtler onun dediğini yapar. Bunu Amerika’sı da, Rusya’sı da, dünyanın bütün güçleri de biliyor. Sayın Öcalan, dünyanın her yerindeki Kürtlerin üzerinde etkinliği olan bir lider. Lider o zaten.

Bir siyasi partinin genel başkanı olmak ayrı, bir halkın lideri olmak ayrı bir şeydir. Sayın Öcalan, Kürtlerin Mandela’sıdır. Bunu anlamak lazım. Güney Afrika’da Mandela 27 yıl cezaevinde kaldı. O zaman Afrika Ulusal Kongresi’nin çok önemli liderleri vardı. Niye, Sayın Mandela muhatap alındı da, diğerleri alınmadı? Mandela’nın pozisyonu neyse Sayın Öcalan’ın Kürt halkının gözündeki pozisyonu da odur. Bu kesindir.

Mesela size bir anekdot anlatayım; İmralı görüşmeleri sırasında dönemin Kamu Güvenlik Müsteşarı aynen şöyle dedi; “Efendim, ben çeşitli amaçlarla Suriye’de çok bulundum. Suriye’de hangi Kürdün evini ziyaret etseniz sizin resminiz var.” Sayın Öcalan da, mütevazı bir şekilde, “Evet, beni severler. Çünkü ben orada 20 yıl kaldım. Ziyaret etmediğim ev çok azdır” demişti. Bu bir örnektir. Onun için Suriye Kürtleri ile ilgili durumu devlet gelip Sayın Öcalan’la tartışıyordu. Bu kadar nettir.

Ama Demirtaş da Kürt siyasetini Türkiye’de ilk kez yüzde 13.5 oya ulaştırmış, çözüm ya da barış sürecinin taşıyıcısı olmuş bir liderdir. Doğu’dan Batı’ya toplumun her kesiminin sempatisini kazanmış, bir araya getirmiş bir lider.

Demirtaş bizim iki gözümüzdür. Bu ithamlara katılmıyorum. HDP Demirtaş’ı unutmadı. İddia ediyorum, Demirtaş şu anda serbest bırakılsın Sezai Temelli arkadaş; “Buyurun Selahattin Bey, bu koltuk sizindir” der. Bunu Sezai Temelli arkadaşla konuştuğum için söylemiyorum, ama bunu biliyorum.

Bakın, ben de genel başkanlık yaptığım zaman 1994 yılında tutuklandım. Üç ay sonra partim kapatıldı. Ama biz cezaevindeyken yeni kurulan HADEP için her konuda görüşümüz alınırdı. İsmimiz söylenmezdi, artık genel başkan Murat Bozlak’tı. Sayın Murat Bozlak, 11 yıl bu işi yaptı. Çok açık söylüyorum; eğer siyasi yasağımız olmasaydı 2004’te cezaevinden çıktığımızda partimiz bizi tekrar genel başkanlıkla onurlandırabilirdi.

Şimdi mademki devlet Selahattin Demirtaş arkadaşı tutuklamış, ben de iddia ediyorum; Selahattin arkadaşı serbest bıraksınlar olağanüstü kongrenin nasıl toplandığını göreceksiniz. O kadar iddialıyım.

Ali Bayramoğlu, “derin HDP” nitelendirmesi yaparak HDP’nin Demirtaş’ı tasfiye ettiğini söyledi…

Katılmıyorum. Bu tamamen HDP’yi tanımamaktır. Bazen de bir ismi çok öne çıkarırsanız devletin hedefi yaparsınız. Biz 40 yıldır kan revan içinde yürümüş bir hareketiz. Bakın, benim genel başkanlığım sırasında HEP’in 400 üyesi öldürülmüştü ve hiçbirisi eline silah almamıştı. Hepsi sokak ortalarında öldürüldüler. Biz nerelerden geldiğimizi biliyoruz. Demirtaş’ı sanki biz tutuklamışız gibi yorumlar yapılıyor. Ayıptır.

Selahattin Demirtaş görevde değil miydi? Kim bir gece yarısı baskınıyla onu aldı da cezaevine koydu? Kim büyük yalan ve hilelerle ona ayrı bir ceza verip hükümlü durumuna getirdi? Kim yaptı bunları! Bunu iddia edenler Kürt halkının düşmanlarıdır! Bayramoğlu da buna cevap versin! Derin HDP diyenler Kürtlerin dostu değildir, biz dost olarak görmüyoruz.

Ben DEP döneminde cezaevinde düştüğümde ilk yaptığım iş Sayın Remzi Kartal’a genel başkan vekilliği görevini vermek oldu. Bu bir mücadeledir. Bizde koltuk sevdası yoktur. Ben İTÜ’yü birincilikle bitirdim, kürsüde asistanlığı önermişlerdi. Ama ben mücadeleyi seçtim. Ne evlendim ne çoluk çocuğum var, ne de malım mülküm var.  Ben sadece kendi halkımın, Türkiye’nin özgürlüğü için mücadele ettim.

Selahattin arkadaş da öyledir. Benimle Selahattin arkadaş arasında çok büyük yakınlık vardır. Onun arkasından böyle laflar edildiği zaman ona çok büyük haksızlık edildiğini düşünüyorum. Yanlıştır bunlar! Bakın en son, ayrılmadan önce beraberdik. Kendisi beni yurtdışına çıkmam için zorladı. Sağ olsun bana “ağabey” derdi. “Ağabey, sizin buradan kesin çıkmanız lazım. Çünkü bunlar bizi kesin tutuklarlar” demişti. Ben de, DTK eş başkanıydım o zaman, “Vallahi Selahattin arkadaş, gene cezaevine kendimi hazırladım. 15 yıl zaten yatmışım. 25 yılla rekor kırarım” diyerek espri yapmıştım.

O da, “Hayır ağabey, bana kalırsa sizin çıkmanız lazım. Sizin 65 yaşına gelmiş bir insan olarak yeniden cezaevine girmemeniz lazım. Ama ben, Figen arkadaş, MYK tartıştık, hiçbir yere gitmeyeceğiz” demişti. Bu kadar yakınlığımız vardı. Gerçekten de benim çıktığım günün akşamında Selahattin arkadaş tutuklandı. Selahattin arkadaşın halkımızın da, bizim de gönlümüzde, yüreğimizde yeri vardır. O spekülasyonlar açık söyleyeyim, Kürt halkının dostları, demokrasi dostları tarafından yapılmıyor. Derin HDP ne demekmiş! Protesto ediyorum! Kınıyorum!

Selahattin Demirtaş’ın, İdris Baluken’in, diğer milletvekilleri ve yine son olarak Sırrı Süreyya Önder’in de tutuklanmasını çözüm süreciyle ilişkilendirenler oldu. Fakat bir yandan da akla 7 Haziran 2015 seçimlerinde kullanılan “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganı geliyor. Bu tutuklamalar bu sloganın sonucu mudur? “Seni Başkan yaptırmayacağız” sloganı neye yaradı diye sorsam ne dersiniz?

Açık söyleyeyim; o dönemde biz çok tartışmamıştık. DTK Eş Başkanı’ydım. O dönem Selahattin arkadaş bana danışsaydı bu sloganı doğru bulmadığımı söylerdim.

Niçin?

Çünkü siyasette bazı sözler çok iddialı olmamalıdır. Mesela ben bir siyasetçi olarak daima yapabileceğim şeyleri hedefime koyarım. Örneğin, “Seni Başkan yaptırmayacağız” kulağa çok güzel gelen bir söylemdir. Ama işte şu anda Başkan. Ne oldu? Yarın öbür gün tarih dönüp şunu sorabilir; siz öyle söylediniz ama Erdoğan Başkan oldu, her türlü yetki elinde. Niye bunun önünü kesemediniz? İşte bu nedenle siyasetçi her zaman uzun vadeli düşünmelidir. Bana danışsaydı, doğru bulmadığımı bu şekilde söylerdim.  

Tutuklanmalarını bununla ilişkilendiriyor musunuz?

O söz çok ideal bir söz. Bunu sonra ona da söylemiştim. Gerçekleştiremediğiniz zaman bumerang gibi döner döner sizi vurur. Hedefleri seçerken duygularla değil, mantıkla hareket etmek gerekiyor diye düşünüyorum.

Peki, son olarak 31 Mart seçimlerine ilişkin değerlendirmelerinizi almak isterim. AKP’nin oyları düşer ve MHP ile kurdukları Cumhur İttifakı dağılırsa yeni bir çözüm sürecine gidilir mi? Seçimler için öngörünüz nedir?

Bakın, faşist diktatörlüklerde öncü parti çok önemlidir. Diyelim ki; Nazi partisi nasıl ki Almanya’nın çok önemli partisiydiyse Türkiye’de de bunun karşılığı Erdoğan, AKP-MHP’dir. AKP ve MHP benzeştikleri için ikisini birlikte kullanıyorum. Bu ikisinin, seçimlerde mutlaka geriletilmesi gerekiyor. Rıza Türmen, Gencay Gürsoy, Baskın Oran gibi aydınların HDP’ye ziyaretleri oldu. Orada Sayın Sezai Temelli de stratejiyi açıklamış; “Doğu’da, Kürt illerinde kayyumları süpüreceğiz. Batı’da ise her il ve ilçenin durumuna göre yerellere yetki verdik, orada yeter ki faşist olmasın AKP ve MHP’nin karşısında kim varsa desteklenecek. Stratejimiz bu” demiştir.

Örneğin, Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu Afrin savaşı sırasında, “Bombaların üzerine imzamı atıp, götürün Afrin’e atın” demiştir. Bundan dolayı ona destek vermeyeceğiz, böyle bir çekincemiz var. Onun haricinde yerellerde AKP-MHP’nin kaybetmesi için karşısında kazanabilecek adaya destek verilecektir. Bu şekilde AKP-MHP’nin geriletilmesi hedeflenecektir. Bu HDP’nin stratejisidir.

Sınır bölgelerinde hileyle, hurdayla belediyeleri alma yönünde devletin bir kararı olduğu görülüyor. Hane içi nüfus çocuk sayısını geçmiş…  Bunun bir örneği Suruç’tur, bir örneği Uludere’dir, Nusaybin’dir, Cizre’dir. Buralarda her türlü hileyi bekliyoruz. Kayyum atanan bütün il ve ilçelerde halkın iradesinin özgürlük yönünde olduğunu, HDP yönünde olduğunu bütün dünyaya kanıtlamak istiyoruz. İkinci gün kayyum mu atanır, görevden mi alınır, seçim mi iptal edilir, bunlar şu anda bizi ilgilendirmiyor. Halkın hedefi eskiden aldığımız, kayyum atanan bütün HDP belediyelerini geri almak ve üstüne yeni belediyeler kazanmaktır, Batı’da da AKP-MHP’yi mutlaka geriletmektir.

İYİ Parti adayı olsa da destek verilir mi?

Evet. Diyelim ki, bir ilçede İYİ Parti ve AKP adayı yarışıyor. İYİ Parti adayı Kürtlere biraz sıcak yaklaşıyor, düşmanlık yapmıyorsa İYİ Parti’nin adayına yöneleceklerdir. Bu kesindir. Stratejimiz budur.

Yani İstanbul’da CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu da desteklenecek.

Yerellerin kararıdır. İsim konusunda bir şey diyemem. Şimdi yereller tartışıyor. Kararlarını kendileri açıklayacaklardır. HDP Genel Merkezi böyle karar almış, yerellere yetki vermiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden kayyum atanacağına ilişkin bir açıklaması da oldu… Yeniden gerçekleşir mi?

Onu söylüyorum, faşistlere de zaten bu yakışır. Yapabilirler. Faşistler halkın iradesini dinlemezler. Demokrasiden uzaktırlar. Bizim kilitlendiğimiz hedef, halkımızın iradesini dünyaya göstermesidir. Biz bunu önemsiyoruz.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

4 × two =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla