Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Ciğercide

Dün www.vengma.com sitesinin yazarlarına ait facebook gurubunun duvarına  “arkadaşlar bu gün, Kürdistan da veya Türkiye’de gündem nedir?” diye yazdım. Sitemizin mizah yazarlarından Aziz  Gülmüş hemen: “Türkiye de bilmem, ama Diyarbakır da Sahur da ciğer, gecenin geç saatlerinde kelle yemektir gündem” dedi.

Bu satırları İstanbul’dan yazdığı sıralarda, ben, Hamburg da otobüste idim ve çarşıya gidiyordum. Dedim ki; “Keke Aziz, madem öyledir, sen kalk bir ciğerciye uğra, ciğeri yerken, çevreye kulak kesil, bak bir, ciğercilerde gündem ne? Akşama da kelleciye uğra, orayı da dinle ve bize mizahıyla beraber gündemi  anlat.” Kek Aziz’ den ses çıkmayınca, ben ciğerciye gitmeye karar  verdim.

Doğrusunu söylersem, çoktan beri ciğer de yememiştim. Almanya’da   ciğerin tadı da yoktu gerçi, ama kek Aziz bir kere beni kışkırtmıştı. Bir otobüs, iki tren değiştirince, biraz da yaya gidince, ciğerciye ulaştım.
Garson tanıdığım biriydi, “abi merhaba” dedi, çay vermek istedi, “hayır bu gün ciğer yiyeceğim ve ciğer ile ilgili bir makale yazacağım” dediğimde, gülümsedi, ciğerin neresini yazacaksın dercesine yüzüme baktı.
“Sen aşçıya söyle, közün üzerine ciğeri sürsün, anlatırım sana” dedim.

Garson da bayağı meraklıydı, ciğer üzerine de makale yazılır mı, diye düşünmüştür.


Mutfağa gitti, geri döndüğünde yine gülümsüyordu.  Ben ve Garson dışında lokantada üç kişi daha vardı, ortalık sessizdi, kimse konuşmuyordu.
Buradaki ciğerciler Kek Aziz’in Diyarbakır ciğercileri gibi değildi ki?
Ne arar Diyarbakır qırıxları buralarda? Ne nara atanlar vardı, ne de elinde bira şişesi ile arkadaşına: “Nereye gidisen lan Qehpe” diye bağıran sarhoşlar!

Dedim ya, tadı yok buraların, ciğeri gibi!

Garsona takıldım, ilk sorumu sordum: “En önemli proplemin ne? Yani hangi proplemini çözemedin ve çözülmesini istiyorsun?”
“Oturum, abi” dedi, “üç yıllık oturumum yılbaşında sona erecek, yılbaşında süresiz yeni oturum alabilirsem çocuklarımı getirebilirim, en büyük proplemim bu”
Bu sohbetten sonra ciğer öncesi salata ve soslar geldi.
Garsona, pişen hangi hayvanın ciğeridir diye sormadım. İnsanlığım aklıma geldi de utandım.
Ne vahşi yaratıklarız ya!
Nasıl kıyarız o hayvanlara?
Keskin bir bıçağı elimize alır, zavallı hayvanı yere yıkar ve boğazından keseriz.
Hiç acımadan etini postundan ayırırız. Satırla bıçakla doğrarız, ciğerlerini küçük küçük parçalar, demir şişlere takar, ateşin üzerine atar, ağzımızın suyu akarken o ciğerlerin “cız cız” ağlamalarına bile seviniriz.
Ve biz kendimize medeni insan, onlara ise; vahşi hayvan deriz.

Ben bu düşlere dalmışken, ciğer tabağı önüme konuldu. Bir çift içeri girdi, arkamdaki masaya oturdu, garson onlarla ilgilenmeye başladı. Kimse tek bir kelime konuşmuyordu. Dedim ya, tadı yoktu ciğercinin, bir an önce kalkıp gitmek istiyordum.

Çayım geldi, onuda acele yudumladım. Kalktım hesabı verip çıkacaktım, kasadaki görevliye bir festival bileti satan bayan ile erkeğe rastladım.

Lokanta sahibi “katkı için beş bilet parası ver” dedi. Kasadaki adam 60 euro verdi, uzatılan biletlerin arkasına katkı yazdı ve biletleri adama geri iade etti.

Orta boylu, sakalı olan bilet satıcısına “ne festivali?” dediğimde, “Fulda da
Avrupa festivali, sen de gelmiyormusun amca?”
Dedi. Ben daha hayır demeden, beni tanıdı. Bir yıl önce, yine aynı lokantada karşılaşmış ve bir hayli tartışmıştık.

Bu kez, “Bizim bir arkadaşımız, emperyalizme karşı 40 gündür açlık grevinde, neden sesinizi çıkarmıyorsunuz?” diye sordu.
Gülümsedim. Adama dedim ki,“bu açlık grevlerini sulandırdınız, etkisini bitirdiniz, çocuk oyuncağı gibi yaptınız, otuz yedi yıl önce bu silahın yaratıcıları arasında ben de vardım. Biz, zorunlu olmadıkça bu silah kullanılmasın diye icat etmiştik. Baskı ve zulüm cezaevlerinde bize yapıldığında, kamuoyu ile ilişkilerimiz kesildiğinde, mücadelenin bütün araçları elimizden alındığında, bu silahı kullanıyorduk. Siz artık bu silahı kendinizi vuran bir silah haline getirdiniz.!”
Çiftle bir masaya oturduk, bana kuru bir solcu propagandası yaptı. Direniyorlarmış, ölüyorlarmış, işkence görüyor, orada da direniyorlarmış! Kırk yıldır direnme var, ama bir şey kazanma yoktur! Ölme, öldürme var, ama yaşatma yoktur.
Emperyalizmi yeneceklermiş! Türkiye’ de de mutlaka iktidara geleceklermiş!

Adamı dinledim. 1970 lerin başında tam da böyle idim. Bu yüzden bir şey anlatmaya dahi gerek görmedim. Bu adamların uykudan uyanması için daha çok güneşlerin doğması gerekiyor sonucuna vardım. Geceyi bekledim, kelleciye gidecektim.

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

17 + seventeen =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla