Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Bir Mayısın Açığa Çıkmayan Sırrı

Vengma , 1977 ! Mayıs katliamının hatırlayanlar bilirler, O günün deyimiyle katliamı organize eden Konrgerilladır. Yine zamanın ünlü gazetecisi Uğur Mumcu’nun deyimiyle Katliamın organizatörü veya tetikçisi “Alaatin” adında biridir. Mumcu Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde Alaatin, Kimdir? Alaatin’in Güney Doğuda görevi nedir? diye soruyordu. O zamanın Kürdistan Devrimcileri grubu kendisine göre bu sorunun cevabını bulmakta gecikmedi. 18 mayıs 1977 Tarihinde Kürdistan Devrimcilerinin önderlerinden Hakki Karar vurulmuştu. Bu grubun önderlerinin görüşüne göre Haki Karer’in ölüm kararını veren Beş Parçacı Alaatin’di. Ve bu Alaattin Hakki Karer’i ortadan kaldırmadan 17 gün önce taksim de bir mayıs katliamını yapmıştı. Bundan dolayı öldürülmeliydi. Bu Alaatin’i katil olarak gösterenler asıl Alaatin’i gizlemişlerdi ve PKK tarihinin bu bölümü yalan bir tarih olarak yazılmıştı. Aradan yıllar geçti yalan tarihin yalan olduğunun kanıtlayan bazı belgeler ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi Mehmet Altan’ın, biri de Sait Aydoğmuş’un makalesidir. Her iki makaleyi aşağıya alıyoruz:

“Aslında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tüm yaşadıklarımızı dünkü grup konuşmasında tek cümle ile anlatıyordu:

“Dün gece Lice’de, önceki gün Tunceli’de askerimize kurşun sıkan zihniyetle Taksim’de 33 yıl önce kurşun sıkan zihniyetin arasında bir fark yoktur.”

33 yıl önce Taksim’de kurşun sıkan zihniyetin “elemanı” kimdi?

Dün yazdım, Ergenekon İddianamesi’ne göre “Binbaşı Alaattin Sezginkurt”…

İddianamede yer alan belgede Sezginkurt’un 1 Mayıs katliamına katılmak için Samsun’dan geldiği belirtiliyor, “görevli bulunduğu Samsun Sıhhiye Taburu’ndaki görevini bırakarak Sheraton Oteli’ndeki Kontrgerilla karargâhında bulunduğu tespit edildi” deniliyor.

Taksim’de toplanmış insanların üzerine ateş açarak 37’sini gözünü kırpmadan öldürmek nasıl bir şey?

Başbuğ, sağı ve solu kabul edilemez bir biçimde suçlayacağına bu iddiaları yanıtlasa ve o sırada da polemik yapmak istiyor ise şu sorunun cevabını düşünse:

“Acaba İngilizler bu ülkeye bu kadarını yapmış mıydı?”

Star Kaynak: İngilizler bu kadarını yapmış mıydı? –

Star gazetesi  03 Mayıs 2010

Mehmet ALTAN”

“Aşağıda, 2008’de yayınlanmış bir yazımı, birçok yönüyle güncelliğini koruduğu için tekrar yayınlıyorum.

Doğrusu, ”1 Mayıs” ve benzeri günler, artık eskisi gibi beni heyecanlandırmıyor. Bu durumun nedeni, ihtiyarladığım için değil; 50 yılı aşkındır belli bir süreklilik ve aktivite içinde yaptığım politikadan edindiğim ders ve tecrübedir.

Biz Kürdler, en naif bir belirleme ile evrensel ideolojileri ve bunlara ait bazı tarihsel olayları/günleri çok ama çok önemseyerek kendi asıl davamızın ideolojik-politik gereklerini ihmal ettik.

Bu belirlemenin ”naif” olmayanı ise, davamızı ihmal etmemiz için Türk Egemenlik Sistemi tarafından belli bir plan dahilinde yönlendirilmemizdir ve bu; ”Kendisi Olarak, Kendisi için Siyasal ve Örgütsel Özne Olmadan Milletleşip Devletleşebilir miyiz?” başlıklı bir yazımda da belirttiğim gibi, günümüzde de hala son hızıyla devam etmektedir.

Aşağıdaki yazı, Türk egemenlik sisteminin, bu yönlendirmeleri nasıl ustaca yaptığının ve dolayısıyla nasıl bir sistem olduğunun tipik örneğidir.

****

1 Mayıs 1977 Katliamı ve ”Alaattin”lerin Akıbeti

1977 Yılı’ında Taksim’deki 1 Mayıs gösterisinde, en ince ayrıntısına kadar planlanan bir provokasyonla önce kitlenin bir kesimi arasında kavgalı bir kargaşa çıkartılmış ve bu kargaşadan yararlanılıp daha önce hazırlanan birkaç mevziden makineli tüfeklerle kitle taranarak kanlı bir katliam gerçekleştirilmişti.

Provokasyonu yönetenlerin, o günlerde, adı İntercontinental olan şimdiki The Marmara Oteli’nin teras katına, muhtemelen otel yönetiminin bilgisi dahilinde yerleşen sivil giyimli güvenlik güçleriydi. Kitleye, en güçlü ve seri taramanın da bu terastan yapıldığı biliniyor ve tüm bunlar birçok gazete tarafından da yazılıyordu.

Telsiz konuşmalarından, provokasyonu, ”Alaattin” isimli birisinin yönettiği anlaşılıyordu. Türkiye basını ve ilgili kamuoyu, ”Alaatin”i tartışıp arayadururken, Abdullah Öcalan, ”Alaatin”i bulmuştu bile.

”Alaattin” ismi, Abdullah Öcalan’ın hedef şaşırtma senaryosuna çok uygundu ve bu nedenle senaryoya cup diye oturmuştu.

Abdullah Öcalan’a göre, Haki Karer’i, bir tartışma esnasında öldürdüğü iddia edilen ”Stêrka Sor”un (Kürdistan’ın beş parçaya bölündüğünü iddia ettikleri için, bu guruba ’Beş Parçacılar’ da deniyordu) lideri konumundaki Alaattin Kopan, telsiz konuşmalarında adı geçen ‘Alaattin’in ta kendisiydi. Bu da MİT’in kendilerini daha başından beri dağıtmak istediği ile ilgili iddialarına kanıt teşkil ediyor ve dolayısıyla konuyla ilgili iddialarını doğruluyordu.

Kaynak veremiyorum ama, tüm bunlar, PKK’nin o zaman ve daha sonraki yayınlarında defalarca yazılıp çizilerek, söylenerek tekrarlandı.

Böylece, Abdullah Öcalan, bir taşla üç-dört kuşu birden vuruyordu: MİT’in UKO’cuları (PKK’lilerin partileşmeden önceki adları) dağıtmaya çalıştığı ispatlanıyor(!) ve bununla bir yandan özellikle o sıralarda yaygınlaşan ”Abdullah Öcalan’nın MİT’çiliği” iddiası boşa çıkarılırken, diğer taraftan Kontrgerillacı asıl Alaattin de gizleniyor; böylece gözü pek bir Kürt yurtseveri olduğu anlaşılan Alaatin Kopan ise ”Kontrgerillacı, MİT’çi” ilan edilerek hedefe sürülüyordu.

Yurtsever Kürt Alaattin Öldürüldü, Yaşasın Kontrgerillacı Alaattin!

Alaattin Kopan, bir müddet sonra Apocular tarafından öldürülecek ve ”dosya”sı, yukarıda anılan iddia ve nitelendirmelerle kapatılacaktı.

Peki, Apocular’ın, yurtsever Alaatin Kopan’ı öldürerek, aynı zamanda O’nun da dosyasını kapatmaya çalıştıkları ve kendisine 1 Mayıs 1977 provokasyon ve katliamını yönetme görevi verilecek kadar “rütbeli ve yetenekli” Kontrgerillacı gerçek Alaatin kimdi acaba?

****

16 Mayıs 1977’de, D.Bakır’a gitmek üzere Esenboğa Havaalanı’na giderken, havaalanı otobüsünde, yol boyunca, günlük gazeteleri okumuştum. Rahmetli Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, eldeki verilere göre 1 Mayıs Katliamı’nı ve provokasyonu yöneten ”Alaattin” isimli bir şahıstan bahsediyordu. Havaalanı’na vardığımızda, bir şeyler alıp içmek üzere bara yöneldim. Ancak bara yönelmemle irkilip geri dönmem bir oldu. Zira bar, resmi elbiseli subaylar tarafından adeta işgal edilmişti ve aralarındaki tek sivil elbiseli posbıyıklı tıknaz kişi, 1971 sonbaharında, Keban’da, ben ve bir gurup THKO’lu arkadaşa yönelik olarak gerçekleştirilen operasyonu idare eden ve bizi yakalattıktan sonra da sorgu ve işkence seanslarımızı yöneten kişinin ta kendisiydi.

Anılan operasyon da tam bir Kontrgerilla klasiğiydi. Keban Barajı inşaatında yetkili birsi olan Kadirlili Hilmi Güner, ajan olarak THKO’nun içine yerleştirilmiş; kendisine aynı binada oturulacak bir daire, bir Otel ve bir Lokanta’yı içeren komplet bir tesis açtırılmıştı. Hilmi Güner, bu otel ve lokantayı sözde aranan THKO’luları, çalıştırıp barındırarak, onları kamufle etmek için kullanıyordu. Tesiste, benim dışımda, 6-7 THKO’lu birikmişti ve aynı zamanda çalışarak tesisi yönetiyorlardı.

Benim oraya nasıl gittiğime gelince…

12 Mart 1971 Darbesi’nde 6 ay gözaltında kaldıktan sonra Sıkıyönetim bölgesi dışına çıkarılmıştım. Bir müddet Siverek ve sonra Elazığ’da kaldıktan sonra, Hilmi’yi tanıyan ALİ Kayar isimli Dersimli bir TKDP’li beni, Hilmi’nin tesisinde çalışmak üzere oraya göndermişti.

Ali Kayar ve ailesi iyi ve yurtsever insanlardı. Hilmi’nin MİT veya Konrgerilla ile ilişkili olduğunu bildiklerini hiç sanmıyorum.

THKO’lular, zaman zaman kendi aralarında toplanıyorlardı. Beni de örgütlemek istediler ama ben, Türklerle Kürlerin ortak örgütlenmelerine karşı olduğumu belirterek tekliflerini reddettim.

Hilmi Güner, THKO’luları, aybaşlarında Elazığ’dan Keban’a getirilen içşi ücretlerine el koymak üzere bir soygun gerçekleştirmeleri için teşvik ediyordu. Hilmi, bu teşviki süresince bazı açıklar vererek kendisinden kuşkulanmamıza neden oldu. Benim Elazığ’dan tanıdığım bir sivil polisin gelip kendisi ile görüşmesi, kuşkularımızda bardağı taşıran son damla oldu. Hilmi’ye çaktırmadan kaçma planları yapıyorduk ki, hemen o gün veya ertesi gün, otelimize, 65 plakalı yeşil bir landrower jeeple gelen çoluk çocuklu kalabalık bir gurup yerleşti. Gurup, sözde Arapkir’e, üzüm veya kaysı şenliklerine gidiyordu. Bu gurubun davranışlarından özel olarak bizi kollayıp izlediklerini fark ettik. Kaçmaya çabaladıksa da, bazılarımız Keban’da bazılarımız da Elazığ’da yakalandık.

İşte Esenboğa Havaalanı Barı’nda, subaylar arasındaki posbıyıklı, kısa boylu ve tıknaz kişi, otelimize yerleşenlerin başında olup anılan operasyonu ve sonrasında da sorgulamalarımızı yöneten kişiydi.

Hemen hatırlamıştım o yüzü… İnsan sorgulayıcısının hele de işkencecisinin, tipini, yüzünü unutabilir mi hiç?..

Keban Operasyonu’ndan bir müddet sonra, Diyarbakır’a döndüğümde, O posbıyıklı adamı, o zamanki adıyla Eğilli İşhanı’nın önünde, çok lüks bir taksinin yanında birini izlerken veya beklerken görmüş ve çaktırmadan o anda beraber olduğum yakın bir akrabama da, onu tanıması için uzaktan göstermiştim. Akrabam, ”O’nu tanıyorum; o bir tır filosunun sahibi ve aynı zamanda devrimci bir alevi vatandaş” deyivermişti bana. Bunun üzerine oradan hemen uzaklaşmış ve Piran Garajı’nın önündeki bir kahveye oturarak onunla ilgili bildiklerimizi merak ve heyecanla karşılıklı olarak biri birimize anlatmıştık.

O akrabam, Mahir Çayan ile birlikte Kızıldere’de öldürülen ve yine yakın bir akrabam olan Ömer Ayna’nın babası Hacı Ali Amca’nin yanında çalışıyormuş. Ömer Ayna, o zamanlar çok sıkı aranıyordu. Posbıyıklı, tıknaz kahramanımız, Hacı Ali Amca’ya, bir dostu tarafından “Ülke-dışına değişik ticari mallar taşıyan bir tır filosunun sahibi olan ilerici, devrimci alevi bir tüccar” olarak tanıştırılmıştı.

”Posbıyıklı”mız, daha sonra, neredeyse her gün, Ömer’in Babası’nın işyerine uğramaya başlamış ve zaman içinde Ömer’in babasına, ”Eğer istenirse, Ömer ve arkadaşlarını, bir tır içinde, yurtdışına kaçırabileceği” teklifinde bulunmuştu.

Şeyh Sait Ayaklanması’nda şehit vermiş, sonrasında da özel olarak tenkil ve tedibe uğramış, baskı görüp izlenmiş bir aileden gelen merhum Hacı Ali Amca, anılan tecrübesine dayanarak, ”Nakliyatçı”mızın teklifine kuşkuyla bakmış ve çevresini de bu kişi konusunda uyarmıştı.

Bir tesadüf eseri edindiğim bu bilgiyi, kendi bildiklerim ve yaşadıklarımla tamamladığımda, ”Posbıyıklı”mızın, Kürdistan’da görev yapan ”önemli” biri olduğunu, daha o zaman, anlamıştım.

İşte, barda, içlerinde bir tuğgeneralin de olduğu 10-15 kişilik resmi elbiseli subaylar arasındaki tek sivil kişi, bu ”önemli” adamdı. Ben işkenceli seanslarda sorgucusunu görmüş bir insanın ürpertisi ve ruh haliyle bardakilerin beni göremeyecekleri sapa bir köşeye adeta tünemiş; arada bir, kaygıyla onları izlemiştim. Sonra, Diyarbakır yolcuları için anons yapılmış, uçuş kartlarımızla, bir alt kattaki camlı salonda toplanmış, bir müddet sonra da uçağa binmek üzere piste alınmıştık ki, arkamızdan ”Alaattin, Alaatin!” diye bağırılmıştı. Bunun üzerine ”Posbıyıklı”mız, geri dönmüş ve kendisini çağırmak için piste girmiş olan Tuğgeneral ile bir şeyler konuşup geri gelmişti

.

Bütün bu olup bitenler boyunca, bu kişinin beni fark edip etmediğini bilmiyorum; ama ben, artık O’nun hem adını hem de son ”gaza”sını öğrenmiş ve bu ”gaza”dan zaferle dönen biri olduğu için de, bazı subaylar tarafından asıl görev yerine uğurlandığını görmüş ve öğrenmiştim.

****

O zamanlar, Diyarbakır’da, DİSK’e bağlı GIDA-İŞ Bölge Temsilciliği ile DİSK’in Bölge Temsilciliği görevlerini birlikte yürütüyordum.

Doğrusu, son öğrendiklerim ve gördüklerimle sevinç, heyecan kaygı karışımı bir duygu içindeydim. Eve varır varmaz, birlikte aynı evde kaldığımız Ruhi Koç’a durumu anlattım. Ruhi Koç, 12 Mart Darbesi ile kapatılan DEV-GENÇ’in son genel sekreteri idi, aftan sonra çıkmıştı ve Diyarbakır TIP fakültesinde öğrenimine devam ediyordu. Uğur Mumcu ile çok iyi arkadaştılar.

Durumu Ruhi’ye anlattım ve olup bitenleri hem DİSK’e hem de Uğur Mumcu’ya iletmeyi kararlaştırdık.

Dinleniriz diye, Sendika dışında bir yerden, hem DİSK Genel Yürütme Kurulu üyesi olan GIDA-İŞ Genel Başkanı Kemal Nebioğlu’nu hem de Uğur Mumcu’yu telefonla aradık ve durumu onlara anlattık.

Nebioğlu’nun talimatı uyarınca, durumu yazılı olarak GIDA-İŞ vasıtasıyla DİSK’e de rapor ettim.

Uğur Mumcu, hemen bir gün sonra, D.Bakır’a geldi; yerleştiği Turistik Oteli’ndeki odasında bizi dikkatle dinledi ve bazı notlar alarak Ankara’ya geri döndü.

Uğur Mumcu, Ankara’ya dönüşünün hemen ertesinde, kimliği, görevi ve rütbesiyle Alaattin’in kim olduğunu saptadığını, konuyla ilgili olarak DİSK’e de bilgi verdiğini ve Alaattin ile ilgili olarak edindiği bilgileri, ancak parça parça yazabileceğini bize bildirdi.

Geçekten de Uğur Mumcu, Cumhurriyet Gazetesi’ndeki köşesinde, belli aralıklarla birkaç yazı yazarak konuyla ve Alaattin ile ilgili bilgiler verdi, sorular sordu, yetkililerden taleplerde bulundu. Hatırladığım kadarıyla bu yazılardaki bilgilere göre, söz konusu Allattin, Aslen Malatyalı idi, karacı bir subaydı ve emeklilik keseneğine göre Diyarbakır MİT’te görevliydi. Uğur Mumcu, anılan yazılarında, Alaattin’in soyadını, bildiği halde, nedense yazmadı, yazmak istemedi. Ancak DİSK’e, Alaattin’in kimliği ile ilgili tüm bilgileri verdiğini bize iletmişti. Ben, tüm bu bilgileri 12 Eylül Askeri Darbesi’nden sonra sakladığım ve bir daha da bulamadığım bir deftere not etmiştim. Şu anda Alaattin soyadını bir türlü hatırlayamıyorum. Ancak bu soyadının başında veya sonunda sanki ”kara” kelimesi olduğunu hatırlıyor gibiyim. (*)

Bildiğim kadarıyla DİSK, bu bilgilerle ilgili bazı makamlara müracaat etmekle yetinmiş, durumu anılan ayrıntılarıyla kamuoyuna açıklamaktan özellikle kaçınmıştı.

Bütün bunlara rağmen, Türkiye’de, böylesi olaylarda her zaman olduğu gibi, hiçbir sonuç alınmadı tabii… O provokasyon ve katliam da böylece ”fail-i meçhul” olarak tarihe geçti.

Allattin, sağsa eğer, çoğu ”dava” arkadaşı gibi, üstelik terfi de ederek, hâlâ görevinin de başındadır muhakkak. Zira o tür görevlerde “emeklilik” yoktur.

O günden bugüne, bu tür provokasyon ve katliamlar, Türkiye’de, özellikle Kürdistan’da, o kadar arttı ki, bunları ve faillerini yazmak, artık bazen haber değeri bile taşımıyor.

Kontr-Gerilla’nin, JİTEM’in, şimdilerde Ergenekon’un, yeni ”Allattinler”inin son 35 yıldaki provokasyon, cinayet ve katliamlarının yanında anılan katliam nedir ki?…

İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin sömürüye ve baskıya karşı dayanışma ve mücadele bayramlarında, anılan bu vahşi katliamı, Taksim’de kınanarak anılmasını yasaklayan bir zihniyetin, hele de İstanbul Valisi’nin tehditleriyle birlikte değerlendirildiğinde, böylesi yeni katliamların bundan böyle olmayacağını kim iddia edebilir?

1 Mayıs, tüm emekçilere, sömürülenlere, baskıya uğrayanlara ve ezilenlere kutlu olsun!

—–

(*)Bu yazım yayınlandıktan sonra bana verilen bir başka bilgiye göre Alaattin’in soyadı “Sezginkurt”tur ve rütbesi de piyade albaydır.

Not :Bu yazım 2008’de haberpanorama’da yayınlandı.

Sait Aydoğmuş

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

4 × one =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla