1960 yılından sonra güçlenen Türk sosyalist hareketi kısa bir süre sonra kendisini ideolojik olarak iki ayrı guruba bölünmüş olarak buldu. Başını TİP’in çekmiş olduğu birinci gurubu oluşturan görüş yani SD’ciler ( sosyalist devrimciler) kaba olarak Türkiye’de sosyalist devrimin şartlarının oluştuğunu ve sosyalist devrim için parlamento merkezli mücadele edilmesi gerektiğini savunuyordu. Yine başını Mustafa Kemal, Stalin ve Cemal Nasır’dan yoğun olarak etkilenen Doğan Avcıoğlu’nun yönetiminde çıkan Yön dergisinin çektiği MDD’cilere ( milli demokratik devrimciler) göre ise Türkiye’nin temel sorununun hızlı bir kalkınma olduğu ve bu kalkınmanın gerçekleşmesi için ise ancak devlet mülkiyeti ağırlıklı ve planlamaya dayalı bir ekonomi izlenmeliydi.
Yöncülere göre bu politikanın uygulayıcısı ise asker-sivil aydın bürokrat zümre olacaktı. Kemalist devrim yarım kalmış ve tamamlamak gerekiyordu. Bunun içinse ordu içindeki ilerici güçlerin yönetime el koyması gerekiyordu. Zaten ileriki dönemde MDD tezine şiddetle karşı çıkan Kaypakkaya’nın liderliğini yaptığı TKP-ML TİKKO hariç Dev-Genç içinde doğan neredeyse bütün hareketler “ordu içindeki ilerici güçlerin” devrim yani darbe yapabilmesi için gereken şartları oluşturma adına çalışma yürütmeye başladı. İşte HDP’nin gücünü esas olarak aldığı kimilerine göre legal uzantısı olduğu örgüt yani PKK’nin kurucu kadroları da aynı dönemde MDD’i savunmakta ve bu düşünceye yakın örgütlerle ilişkilenmişlerdi. Yani düşünsel olarak Türk solunun tam kalbinden gelmekteydiler. Belirtelim ki her iki gurupta Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasını savunuyordu.
PKK’nin 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren savunduğu “demokratik cumhuriyet” tezi esas itibariyle Kürdistanlıları bazı kültürel haklar karşılığında cumhuriyete entegre etmeyi amaçlamaktaydı.Hatta Öcalan, İmralı yargılaması sırasında PKK’yi kurmaktaki amaçlarının bu olduğunu açıkça söyledi. Buna bağlı olarak PKK geleneğinin legal temsilcisi olan partilerde aynı görüşleri dillendirmeye başladı. Son olarak kurulan HDP’nin aynı geleneğin önceki legal partilerden temel farkı demokratik cumhuriyet tezini daha kapsamlı ele alarak Kürdistan2ı da içine katarak bütün Türkiye için ulusal kimliği olmayan muğlak bir otonomi önermesi, dini, cinsel, etnik, sınıfsal bütün guruplara yer veren “kimlik siyasetini” merkeze almasıdır. HDP, TC’nin üniter yapısıyla ilgili bir sorun yaşamadığını bütün belgelerinde deklare etmiştir.
HDP’nin bağımsız Kürdistan karşıtı, Türkiyeci kurgusu sömürgeci devletin katkı sunduğu bir durumdur. Eski Başbakan Yardımcısı ve AKP’nin etkin ideologlarından Beşir Atalay “barış sürecinin” zirve dönemi olan 2014 yılında HDP’nin MİT tarafından kurulduğunu açıklamıştı. Öcalan, bu açıklamanın bir benzerini daha önce dile getirmişti. Bu beyanlar ve HDP programı birlikte değerlendirildiğinde HDP’nin varlık nedenin Kürdistan Özgürlük Mücadelesine katkı sunmak değil tam aksine bloke etmek olduğu anlaşılacaktır. Anlaşılamayan ise kendilerini milli olarak niteleyen çevrelerin HDP ile iş birliği yapmaları veya katkı sunma konusundaki hevesleridir
HDP, çatı parti şeklinde örgütlenmiştir. Yani kendisini düzene muhalif gören her kesimin oluşturduğu mevcut parti veya örgütlerin – varlıklarını sona erdirmeden- bileşen kabul edip bir araya gelmeleri sonucu kurulmuştur. PKK yasal parti geleneğinin HDP çatısına girmek için kurmuş olduğu DBP, HDP içerisinde ne kadar hakka sahipse bir Türk solu partisi olan ESP de o kadar hakka sahiptir. Aldığı oyların neredeyse tamamının Kürtlerden geliyor olması bir anlam ifade etmemektedir. Yani aslında HDP ben Kürt partisi değilim derken oldukça dürüst davranmaktadır. Dürüst olmadığı tarafsa Kürtlerden oy isterken onları adeta Kürtlükle namusa boğmaya çalışması ve bağlı olduğu geleneği Kürt Özgürlük Hareketi olarak nitelemesidir. Burada ki illüzyon veya daha kabaca sahtekarlık HDP, ben Kürt partisi değilim derken medyaya, taraftarlarına hatta diğer siyasi yapılara kendisi için Kürt partisi dedirtmesidir.
HDP’ne üye olan herkes, bu partinin programında ve seçim beyannamesinde üniter devleti savunduğunu bilmektedir veya bilmek zorundadır. HDP, tek bir Türk üyesi olmasa dahi aynı görüşleri savunacaktı. Bu anlamda Altan Tan ve Kadri Yıldırım gibi isimler Türkiyecilik günahından sıyrılamaz. “Türk solu geldi HDP Kürtlüğünü kaybetti” demek HDP’ne Kürdistan için umut vaat eden bir yapı olma payesini vermektir. Çünkü bu belirleme HDP eskiden Kurdistani çizgideymiş gibi bir hava yaratmasının yanında eğer Türk solu giderse HDP yeniden Kurdistani çizgiye gelir sanrısı yaratmaktadır. Oysa ki HDP içinde yer alan Türk solu örgütleri veya bireyleri siyasi karşılıkları olmadığı için parlamentarizmi kendileri için bir çıkış olarak görmekte ve çaresizce HDP içinde yer almaktadır. Ayrıca daha önce dile getirdiğimiz gibi HDP’ni kuran gücün kendileriyle aynı siyasi kaynaktan beslenmesi ve ciddi politik bir çelişkileri olmaması bu bir araya gelme durumunu kolaylaştırmaktadır.
HDP’nin Kürt partisi olduğuyla ilgili algının ortaya çıkmasında iki ana etken rol oynamaktadır. Birincisi, PKK’nin yıllardır Kürtler adına ve Kürtlerin zararına yürüttüğü savaşın yarattığı etkidir. İkincisi ise Kuzey Kürdistan siyasetinde yer alan hareketlerin bir kısmının politik olarak netleşememesi, sömürgeci ve PKK hattı arasında gidip gelmesidir. Son olarak “Kurdistani İttifak” ve HDP arasında görüşmelerinde yaşanan skandallar dizisi bu durumun en somut örneğidir. HDP, bu görüşmeler sayesinde Türkiyeciğini inkar etmeden Türkiyecilik konusunda ve diğer pratik günahlarından kendisini aklama yolunda maksimum fayda elde etmiştir. Kurdistani yani milliyetçi-devrimci hattın aslında kendisiyle ilgisi olmayan kişi ve yapılardan kurtulması ve siyasi olarak billurlaşması gerekmektedir. O zaman hiçbir Kürdistanlı Türkiyeci HDP’yi umut olarak görme çaresizliğine düşmez.