Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

BAĞIMSIZLIK REFERANDUMUNUN KODLARI

Eyyüp Demir

(Gazeteci Yazar)

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de “Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu”nun yapılmasına kesin bir gözle bakılıyor. Referandumun yapılacağının açıklandığı 7 Haziran’dan itibaren lehte ve aleyhte açıklama yapan ya da tepki gösteren çok sayıda yapılar oldu. Devletler düzeyinde ele alınan referandum kararını üç temel yaklaşımla özetlemek mümkün. Birincisi karardan bir an önce vazgeçmesini isteyen Irak, İran ve Türkiye, ikincisi referandumun zamanlamasını doğru bulmayan ve ertelenmesini isteyen Amerika ve batı ülkeleri, üçüncüsü de referandum kararını destekleyen İsrail devleti. 

Birçok ülke ve bölgede benzeri bağımsızlık referandumlar yapılmasına karşın bu derece ilgi odağı olmadığı halde “Kürdistan Bağımsızlık Referandumu” peki neden bu kadar tartışma konusu olmaktadır?

Son iki yüzyıldır Kürdistan coğrafyası tarihsel, jeopolitik, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik açıdan üzerinde en çok tartışma götüren konular arasında yer aldı. Osmanlı dönemi ve sonrasında İngiliz ve Fransızların hakim olduğu dönemlerde Kürdistan’ın parçalanmasına dönük yapılan girişimler Kürt sorunun 21. yüzyıla daha şiddetli bir şekilde taşıdı.

İlk Referandum

Irak Kürdistan Bölgesi’nin Irak egemenliğine sokulması aslında hiçbir yasal zemin olmamasına rağmen İngilizler tarafından mecburi bir referandumla sağlandı. 12-24 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan II. Kahire Konferansından sonar Kürt bölgelerinin Irak krallığına katılması için harekete geçildi. Kürtler Emir Faysal’ın yönetimini şiddetle reddetmesine karşın İngiliz yetkililer Irak’ta 6 Mayıs 1921 tarihli bildiriyle Kürt nüfusunun Irak otonomisi altında kalma koşuluyla hareket palanı oluşturuldu. Bunun için de yapılacak bir düzmece referandum kararıyla Kürdistan bölgesine ait toprakların Irak’a dahil edilmesi kararı alındı.

Kürdistan topraklarının Irak’a dahil edilmesiyle ilgili yapılan oylama oldukça garip bir biçimde yapıldı. Süleymaniye’de evlerinin değeri 10 bin riyalin üstünde olanların doğrudan oy kullanma hakları vardı. Bu şekilde saptanan 200 seçmenden 190’ı oy kullandı. Bunlardan sadece 32’si Süleymaniye’nin Irak’a katılmasını istedi. Yapılan referandumda insanlar mahalle mahalle oy vermeye çağırılıyordu. Kullanılan oylama da el kaldırılarak yapılıyordu. Süleymaniye genelinde kullanılan 6 bin oydan 5 bini Kürdistan’ın Irak’a katılmasına karşıydı. Erbil, Duhok, Akre, Zaho, Amediye ve diğer alanlarda yapılan oylamalarda bir bölgeden diğerine değişiyordu. Bazı yerlerde birisi gelip “ben şu kadar için ‘evet’ diyorum” diyordu. Seçim bürosu komisyonu üyeleri de onun oyunu “kabul” edip listeye kaydediyordu. Ya da 2 – 3 bin adamı peşine takmış bir aşiret reisi “evet” yönünde niyet beyan ediyordu ve herkes de onu izliyordu. İngilizlerin “demokratik” seçim veya referandum anlayışı bu şekilde Kürdistan bölgesinin Irak egemenliğine sokulmasını sağladı.

İngilizlerin Kürdistan’daki biçimsel demokrasisi o gün Kürtlerin kaderini düzmece referandumla belirlerken bu gün Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu’na karşı çıkanlardan hiçbir ses çıkmamıştı. Ancak bu gün Kürtlerin kendi kaderini belirlemek gibi demokratik bir girişimde bulunmasına başta İran, Türkiye ve Irak karşı durmaktadır. Batı ülkeleri ise Ortadoğu’da çıkarlarının zedelenmemesi için yapılan bağımsızlık referandumun zamanlamasının yanlış olduğunu söylemektedirler.

Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu kararı aslında Irak Anayasası’nı ihlal eden Bağdat yönetiminin yanlış politikalarına inen bir Kürt şamardır. 2004 yılında çıkarılan Irak Geçici Anayasası yahut Irak İdari Yasası’nın 58. Maddesi’nin “C Bendi”nde “İhtilaflı bölgelerin, bu cümleden Kerkük’ün nihai çözümü… daimi anayasanın kabul edilmesine kadar ertelenmeli ve daha sonra ihtilaflı bölgeler sakinlerin istekleri göz önünde bulundurularak ilkeler çerçevesinde adilce ortadan kaldırılmalıdır.”  denilmektedir. 58. Madde’nin tümü 2005 yılında çıkarılan Irak Daimi Anayasası’nın 140’ıncı Maddesi olarak kabul edildi. 140. Maddede de “… Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelerin en geç 31 Aralık 2007 tarihinde referandum düzenlenmesi tamamlanmalıdır” denilmekteydi. (Ayrıntılar için bkz. Irak’ın Sonu Bağımsız Kürdistan, Eyyüp Demir, Oriyon Yayınları)

Irak Daimi Anayasası açık bir şekilde “diğer tartışmalı bölgeler” ibaresinde Hanekin, Mendeli, Diyala’nın bir bölümü, Şêxan, Şengal, Zımar gibi Musul sınırları içinde kalan alanları dahil etmektedir. Kürt tarafların Bağdat yönetimi ile Anayasa çerçevesinde yaptıkları anlaşmaya göre referandumun 15 Kasım 2007 tarihinde yapılması karara bağlanmıştı, ancak bu karar Bağdat yönetimi tarafından hiçbir şekilde yerine getirilmeyerek ihlal edildi.

Irak, İran ve Türkiye’nin Pozisyonu

Irak Kürdistan Bölgesi’nde Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu kararının alınmasının altında yatan esas neden Bağdat yönetiminin güven vermeyen politikalarında yatmaktadır. 2003-2004 yılları arasında Irak kargaşa ortamındayken Kürtlerin istemlerini sıcak karşılıyordu, mevcut kargaşa ortamından çıktıktan sonar ise tam tersi bir durum sergiledi. Nuri el Maliki’yi iktidara taşıyan Kürtler olmasına karşın, Maliki güç kazandıktan sonar Kürdistan üzerine Dicle Operasyon Güçleri’ni göndermekte hiçbir tereddüt emedi. Aslında bu yaklaşım Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin zihinde taptaze olarak yerini halen korumaktadır.

Irak’ın güç kazanması ya da güçlü bir durumda olması ne geçmişte ne de şu anda Kürtlerin hiçbir şekilde yararına olmadı. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Saddam sonrasında belki bir değişim olur fikriyle hareket etse de daha sonrasında eski mantaliteden çok da farklı olmadığını gördü. Aslında tarihi bir veri olarak İran devleti de geçmişte benzer bir yol izlemişti. Mehabat Kürt Cumhuriyeti’nin ilanında sonra İran kendisini güçlü hissettiği andan itibaren Kürtlerin kazanımlarını yok etme konusunda hiçbir tereddüt içine girmemiştir. Kürt meselesinde sorunlu bir politika izleyen Türkiye içinde aynı durum geçerlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında Türk-Kürt ortaklığı üzerine şekillendirilmesine karşın, kritik durumun atlatılmasından sonra Kürtlerin yok sayılmasıyla sonuçlanmıştı.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi aslında bu durumun son derece farkınadır. Kürtlerin şu an bağımsızlık referandumunu gündeme taşımaları da bu ülkelerin içinde bulunduğu reel-politik pozisyonlarına bağlıdır.

Kürtlerin elde edeceği kazanımları kendi çıkarlarına aykırı bulan Irak, İran ve Türkiye aşırı bir tepkiyle karşılık vermelerinin nedeni geçmişteki sendromların bir yansımasıdır.  Ortadoğu’da değişen dengeler ve Kürtlerin lehine kayan kimi gelişmeler her üç ülkeyi de aşırı bir derecede rahatsız etmektedir. Bugün Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu da benzer bir çerçevede algılanmaktadır.

Günümüz itibarıyla Irak’ın parçalı duruşu, şii-sünnü çatışması ve bir kaotik atmosferin hükmetmesi beraberinde İran’ın güdümünde girmiş bağımlı bir Irak’ı getirmiştir. Tam anlamıyla Bağdat yönetimi İran’ın her dediğine evet der konuma gelmiştir. Türkiye ise Bağdat’ın bu pozisyonundan ciddi anlamda rahatsızlık duymakta, ancak elden bir şeyde gelmediği için mevcut durumun sürdürülmesi ve Irak’ın bütünlüğü istemesi kendi içindeki Kürt sorunundan kaynaklıdır.

Rojava’da meydana gelen durum ve Irak Kürdistan Bölgesi’nin bağımsızlık referandumunu gündeme almalarıyla birlikte Türkiye’nin pozisyonu da ivedi olarak değişti. Bu değişimin tam olarak hangi yönde ilerleyeceği de aslında her ne kadar merak konusu olsa da Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesi’ne karşı alacağı negatif bir tutum en başta Türkiye’nin çıkarlarıyla çatışacaktır. Kendi Kürt meselesi de olan Türkiye, Kürtlerin bir bölümüyle kurduğu bu olumlu ilişkiyi yok edemez, eder ise bunun en büyük faturası İran ya da Irak’a değil Türkiye’ye çıkar. Zira Türkiye ile İran arasındaki ezeli rekabet Türkiye’nin Kürt kartı üzerine biçimlenen bir durum değil, tarihi olarak egemenlik alanı üzerine kuruludur. Türkiye’nin Kütleri kaybetmesi Ortadoğu’da stratejik bir ortağı kaybetme anlamına gelir ki, Türkiye bunu pek de yok edecek gibi gözükmüyor. 

İsrail, Amerika ve Batı

Kürt İsrail ilişkileri uzun süreden beridir devam ediyor. Bağımsız Kürdistan’ı tanıyacağını açıklayan ilk devlet İsrail’in olması bir tesadüf değildir. İsrail uzun süredir Kürdistan Bölgesi’nde Kürdistan’ın bağımsızlığının sağlanması için çalışmalar yürütmektedir.

Kürt Yahudi ilişkileri yeni değil, Asur ve Babil dönemine dek uzanır. Milattan önce Kürdistan’a getirilen Yahudiler 1949’da İsrail devleti kurulduğunda 20 binden fazla Yahudi Kürdistan’dan İsrail’e göç etti.

Ortadoğu’da iki ulusun varlığı ve ülke toprakları hep sorunlu olarak kabul edilmiş ve devletleşmeleri önünde her türlü engel oluşturulmuştur, bunlarda Kürtler ve Yahudilerdir. Bu yönüyle Kürtler ve Yahudiler arasında Ortadoğu’da bir kader birliğinin oluşumun Kürtler ve Yahudiler değil Ortadoğu toplumları sağlamıştır.

Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu İsrail’in desteklemesi Amerika’nın da desteklemesi anlamına gelir. Zira Amerika da Ortadoğu’da 1921 yılında İngilizlerin kurduğu Irak’tan rahatsızlık duymakta. 1991 yılı Körfez Savaşı’nda bu açık bir şekilde ortaya çıkmıştı, 2003 yılında ise son vuruşu yapıldı. Artık Irak’ın geçmişe dönmeyeceğini en başta da Amerika çok iyi bilmektedir. Bunun için de yeni bir düzenlemeye gereksinim duymaktadır.

Soğuk savaşın bitimi ve daha sonrasında da Körfez Savaşı’nda Türkiye’nin takındığı pozisyon, 1 Mart teskeresi ve çuval olayıyla Amerika Türkiye ile olan stratejik yollarını, dillendirmese de ayırdı. Türkiye ABD için eski stratejik ortaklıkta değil artık. ABD şu an Irak Kürdistan Bölgesi ve Rojava üzerinde yeni bir koridorun adım adım altyapısın oluşturmaktadır. Türkiye’nin aslında Rojava’ya karşı hırçınlığı da bundan ileri gelmektedir. Türkiye’ni Rojava Kürtleri ile takındığı tavır aslında Türkiye’yi Rojava denkleminin dışına itti. Türkiye’nin ilk başlarda PYD ile Suriye’de bir varlık göstermek istemesi aslında doğru bir politikayken, bunu da elinden kaçırdı.

Batı ülkeleri nihayetinde ABD’nin politik hattının dışında değiller. Bu nedenle ABD’nin Ortadoğu’daki stratejisi içindeki Kürt politikası bir bakıma da Batınında politikasından uzak değil. 1920’lerin başında İngilizlerin kurduğu Irak ve Fransızların biçimlendirdiği Suriye artık yaşlanmış ve nihayete doğru gitmektedir. Amerika ve Batı ise buraya yeni bir çeki düzen vermektedir. Türkiye’nin önünde aslında fazla seçenek yok, tek seçenek var, o da hem kendi içindeki Kürtler hem de Kürdistan’ın diğer parçaları ile çok daha içten ve güven verici ilişkiler içine girmesi gerekir. Güç ve tehdit kokan yaklaşımlardan da hızla uzaklaşarak Kürtler ile birlik içinde hareket etmesi Türkiye’nin ve kendi içindeki Kürtler ile barışık olması atabileceği en önemli adımdır. (17.09.2017)

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

five − 4 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla