Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Hocalarımın Anısına

Dr. Sait Çürükkaya / Adnan ve Metin Hoca nın Anısına ;

Bu gün Şükrü Hoca nın Adnan Hoca ile ilgili yazdıklarını okudum. Daha öncede de duyup bir türlü cevap veremediğim, ama adlarını duyduğum her an boğazımda tıkanıp kalan bir konuyu açıklamayı hep istedim.

Adnan Yücel bana göre Türkiyenin en büyük şairlerinden biriydi.  Onun verdiği dersin müfredataki  adı; „Türk Dili ve Edebiyatı“ idi, ama o bize Cehov’ u Aragon’ u  Nerduda’ yı bir de  Nedim ve Şinasi’ yi tanıtırdı.

Bize gerçek Şairleri de kalemlerini satan şaileride anlatırdı. Sol görüşlüydü, hepimiz biliyorduk, zamanla oda bizi tanımıştı, evine gidip gelecek kadar yakınlaşmıştık.

Ben öğrenciyken abim Selim’ de Ceyhanda Cezaevinde kalıyordu. Ben her hafta olmasada iki haftada bir mutlaka ziyaretine gidiyordum.

„Dörtlerin gecesi „ Kitabının  ilk basılmamış halini, „Demirci Kawa Ve Çağdaş Kava Destanı“(1) nın kitabını ben Adnan hoca ya verdim.

Bu kitapları okudu  „müthiş bir direniş“ diyordu.  Tabiki o zaman bana gelen bilgi “Dörtlerin gecesi”nin önsözünü Selim in yazdığı, kitabı ise Fevzi Yetkin ile Memet Tanboğa‘ nın yazdığıydı, bunu biliyorduk veya bize söylenen buydu.

Bu kitapları okududuktan sonra Adnan hoca „Ateşin ve Güneşin Çocukları“(2) şiirini yazdı. ben daha şiirin yayınlanmayan tekstlerini okumuştum. Ardından Adana‘ yı terk ettim.

Adnan hocanın bu şiir kitabı yayınlandı  ve  ardından  Adnan hocanın ölüm haberini aldım. O zamanlar elimde silah vardı,  bir türlü yazamadım ve şimdi bu fırsatla  hocamı rahmetle anmak istiyorum.

Benim Bingöl Lisesinde ise; Felsefe Hocam Metin  Altınok’ tu. Oda büyük bir şairdi. Her derse Sarhoş gelir, şiir okurdu bize. Yazılı imtihan olduğunda; “Çocuklar gelecek hafta yazılı olacaksınız” der, on soruyu bize sorar ve cevaplardık. Yazılı imtihanlarda aynı soruları hep sorardı ve herkes ya dokuz yada on alırdı. Sonra Sıvas’ta, bildiğiniz gibi sevgili Metin Hocam Madamak’ta yakıldı.

Ben Böyle büyük Şairlerin talebesi olduğum için hep gurur duydum, ama onlar gibi hiç şair olmayı denemediğim için hep üzüldüm.

Onlar gerçek şairlerdi ve bu ozanlar, duyarlı, sevecen, haksızlıklara müsaade etmeyen, adeleti savunan, gerektiğinde isyan eden bir toplumu düşlüyorlardı, onlar için insanoğlunun  duyguları , idealleri çok  önemliydi, sanat onlar için bir propaganda aracı değil, bir coşku, haykırış isyan, değişim, güzellik, eşitlik ve mükemele ulaşmaktı. Şairlik  onların ruhlarında vardı ve ben bu büyük şair hocalarımdan dolayı  sanatı sevdim.
(1) Demirci Kawa ve Çağdaş Kawa destanı, Selim Çürükkaya’nın Tiyatro kitabı.

10.12.2006

Sait Cürükkaya

[player id=1679]

[player id=1683]

[player id=1684]

[player id=1686]

[player id=1687]

[player id=1688]
(2) ATEŞİN VE GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

Özlenen ateş yakılmıştı sonunda
Elden ele bütün dunyaya taşınmıştı
Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç
Kavga dağlarda bilinci kuşanmış
Zindanlarda dirence sarılmıştı
Ve haykıran dudaklar
Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı

…oOo…

Bir ağıttır belki Ağrı’da Zilan deresi
Dersim’de Laç deresi bir kanlı şiir
Oysa bir destandı Diyaribekir kalesi
Ve Diyarbakır zindanında
Ateşle sevişen ‘dörtlerin gecesi’ 
Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak
Ne ki kavga – ne ki dağlarda vurulmak
Bir sehpada idam olmak ne ki
Ihanet utancıyla yaşamak var ya hani
Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
Uniformalı bir Dehak önünde durmak
Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
Sonra bir et yığınınana dönüşüp kalmak
İste buydu Diyarbakır zindanında yaşamak

Sesler ihanete dönüşürdü her gece
Bir tas çorba – bir dilim ekmek uğruna
İhanetler acılara dönüşürdü kallesçe
Acılar hep türkülere vururdu kendini

Etten ve kemikten insan olur mu
Beyinsiz insan ayakta durur mu
Aynı kavgaya gönlünü verenler
Dostunu ihanet ile vurur mu

O zindan ki zincir sesidir şarkısı
Her sözünde bir çığlık yükselir
Her notasında bin öfke
Her dizesinde bin isyan beslenir
İsyan şiirlere
Şiirler yüreklere seslenir
O zindan ki her yemek vakti
Tutsak ağızları kanla süslenir

Onur kaleleri yıkılırken birer birer
Yüreklerde dal budak salar ihanetler
Ve düşman kasetinde üç onder
Beyinlerini kusarak düşmana sergiler
Aynı anda sıradan bir nefer
Hiç aldırmadan önderlerinin sesine
Tutsaklık içinde özgürlüğü söyler

Sus dostum sus – sözün yarıda kalsın
Özgürlük dilinde kilitli kalsın
Başlar eğilse de açılsın gözler
Konuşan önderler geride kalsın

Ne zaman umutsuzluk çökse direncin kıyısına
Bir acı saplanır yüreğin tam ortasına
Koğuşlar susar
Parmaklıklar durur
Ranzalarda küllenen umutlar ağlar
Geriye doğru atılan her adım
Yakılan ateş üstüne yağmur diye yağar

Anlatılmaz bir destandır yaşanan
Ne söze gelir ne saza
Kırbaçlar sopalara ve zincirlere karışır
Ölüler ayaklara dolanır geceleri
Kanlı battaniyelere sarılır
Her direnişte tabutlarla çıkılır dışarı
Gözyaşları zılgıt seslerine katılır
Elleri hep koynunda kalır kızların
Anaların gözleri dikenli tellere takılır
Bir acılı sessizlik sarar yürekleri
Dicle’nin suları susuzluğa çakılır
Kale burclarındaki akbabalara
Ve uniformalar giyinmiş yeni Dehak’lara
Yalnızca zindanın mazgallarından bakılır

Bir adam çoğalır bir başına hücresinde
Yüreği Kawa’dadır gözleri Babek’te
Ateşler yanarken dağ doruklarında
İhanet zindan karanlığında kol gezmekte
Kawa’lara Babek’lere bir yandaş gerek
Bu zindan karanlığına bir ateş gerek
Çevrilen ihanet Çarkını kırmak için
Ölümü göğüsleyecek bir yoldaş gerek

Bir anda yırtılır zindan karanlıkları
Sessiz bir gürültüyle sarsılır duvarlar
Patlar bir beyinde Newroz ışıkları

Ey ateşin ve guneşin cocukları
Hani bilincin sesi yüreklerimizde,
Gözlerimizde inancın sancakları nerede
Bu gidişe dur demek gerekir bilirim
Hücrede her saniyeyi bir yıl eylerim
Bir ateş yaktık sönmesin diye hiçbir yerde
O ateş sönerse yasamayı neylerim
Bu yüzden üç kibrit ile Newroz günü
Yüreğimi sizlere armağan eylerim

Üç kibriti bayrak diye devralan
Ki dağları delip dostlarına yol kılan
Haykırdı ölüm haberini önde gidenin
Özgürluğü zindan karanlığında güneşleyenin

Ey bu kavgaya gönöl verenler
Ser yerine sır verenler
Serden geçip de sır vermeyenler
Bu zindan karanlığı yırtılsın diye
Bu ihanet duvarları yıkılsın diye
Newroz gecesi bir önder
Ateşi bedeniyle zindanlara taşımıştır
Ölürken bile hücresinde
Bizlere kıştan baharı muştulamıştır
Ateşi saraylara – kömürlerde değil
Bir ışık uğruna yüreğinde yakmıştır

Silinmiyordu gözlerden süzülen yaşlar
Aksın diyordu herkes – aksın
Ağlamayı unutmuş gözler ağlasın
Gözyaşları alev alev harlansın
Dudaklarda tutuşup dillerde şahlansın

Ölen artık yüreklerde bir bayraktır
ihanet yolunda durulan bir duraktır
Karanlıkta bir çingi ateş
Körlere yol gösteren bir ışıktır
Atılan zılgıtlar bir başkadır o gün
Bir bayram günü ölümü sevmek
Ölümsüzlüğe duyulan bir aşkadır o gün

Dolaştı üç kibrit elden ele sessizce
Hücreden hücreye
Koğuştan koğuşa gizlice
Konuşuldu uğrun uğrun
Tartışıldı geceler boyu ince ince
Zindandan dağlara vurdu şavkını
Dağlardan en kalabalık kentlere
Dallarda çiceklere verdi rengini
Nehirlerde en coşkulu köpüklere
Dolaştı yurdunu boydan boya
Sazda kırılmayan tel
Dilde susmayan söz oldu türkülere

Zindanda yürekler yine baskıda
Eller bağlı – gövdeler askıda
Üç kibritin ateşi sönsün istenir
İnançlar ihanete dönsün istenir
Düşünceler zincire
Sevgiler prangaya vurulsun istenir
Yüreklerde çağlayan özgürlük suyu
Bulana bulana durulsun istenir
Uniformalı bir Dehak’ın şahsında
Zalimin zulmü kurulsun istenir

Baskılar yetmezse itirafta bulunmalara
Yapılan itiraflar dinletilir tutsaklara
İste biri – biri daha – biri daha
Susardı bütün koğuşlar
Dönerdi bir anda sessiz mezarlara
Ve çığlık çığlığa o sessizlik
Binlerce öfkeyi
Binlerce isyanı doldururdu bakışlara

Üç kibriti dörtlemek derdi bir ses
Dört kibriti beşlemek
Ve ölümü isyan ateşleriyle düşlemek
Bir koğuş vardı koğuğlar içinde
Üç kibriti dörtleyenler yatardı içinde
Dört yıldız gibiydiler yıldızlar içinde

Teslimiyete gönül verilirken önlerinde
Ateşi çoğaltarak yakmak gerek dediler
Ölüme yaşamak diye bakmak gerek dediler
Sönüyorsa yakılan ateşler birer birer
Ateşi bedenlerde çoğaltmak gerek dediler
Oturdular her gece diz dize
Önce olümü sevmeyi oğrendiler
Ve ölümde olümsüzlüğün rengini gördüler
Karardan önce yurtlarında kalanlarını
Çiceklerinde açanlarını sordular
Düş değildi yaşayıp gördükleri
Sözlerini gelecek adına bır düs diye
Dördu bir ağızdan hayra yordular
Binlerce tutsak içinde
Ve en kanlı kudurmuşluğunda vahşetin
Ölüm cehenneminde bir cennet kurdular

Havasızlık içinde veremler yaratılırken
Gardiyan hakimler ve savcı çavuşlarla
Her gece mahkemeler kurulurken
İnsanlar soyundurulup makatlar aranırken
Hangi kuş konardı zindan penceresine
Ve makatlara sigara takılıp yakılırken
İnsanlar dört ayak ile yürütülürken
Hangi bayrak çekilirdi onur kalesine

Üç kibriti yüreklerinde dörtleyenler
Açlığın ve yoksulluğun kötülüğünü gördüler
Ama hiçbir şeyin
Boyun eğmekten daha kötü olmadığını
Ve boyun eğenlerin
Yarınlara kalmadığını bildiler
Her korkunun daha kötüsünü tartışıp
Gözlerinde bütün korkuları sildiler
Binlerce baskıdan ve küfürden sonra
Newroz ateşi yakıp şiirler söylediler
O günün adını milat koyup
Üç kibrit öncesi
Ve üç kibrit sonrası dediler

Otsün diye kendi yuvasında kuş
Açsın diye kendi dalında çiçek
Gördüler ki yepyeni kibritler gerek
Ateş olup yanmaktaysa bütün gerçek
Yanarken türkü söyleyen canlar gerek
Ateşi kanıyla tutuşturanlar gerek

Patladı zindanlarda yepyeni bir isyan seli
Ölümdür sınayan insan yiğitliğini
Ölümü bedenimizde boğmak gerek
Ölümsüzlüğe varıp ölümlerde
Dağlarda kır çiçeklerince çoğalmak gerek
Ölümü gamzelerde çiceklemek ve gülmek
Gülmek ki yaşama bilenmek demek
İlle de insan sıcağı kokarken koğuşlar
Gülmek ki
Kurumuş derelerde sellenmek demek
Çöl kuraklığında güllenmek demek
Var git dostum var git
Kendin al bu gece nobeti
Bu gece ölmek
Sonsuz bir ölümsüzlüğe yürümek demek

Aylardan mayıs ki dallarda çicektir
Toprakta bereket ve doğada renktir
İnançta güzellik ve zamanda gelecektir

Dört yoldaş o gün baharın koynuna girdiler
Ölümün alçaldığını gözleriyle gördüler
Gömleklerini – kalemlerini ve saatlerini
Anılsınlar diye sevdiklerine verdiler
Ve dört ağızdan üçk ibritin ışıklı sesini
Gök gürültüsünü çıldırtarak gürlediler

Bu ihanet girdabında boğulmadan
Şahsımızda davamız son bulmadan
Ve geriye dönüşler virus gibi çoğalmadan
Canımızla bu ihanet çarkına dur demeliyiz
Onur bayraklarını göğsümüze dikmeliyiz
Kawa’nın örsüne koyup davamızı
Yüreklerimizi körükklenen ateşlere sürmeliyiz
Bu zindanda yolumuz aydınlıktır artık
Üç kibriti dörtle çarpıp bu gece
Bütün şehitlere konuk gitmeliyiz

Saat dörtte dört canın etrafı dört duvar
Duvarların ötesi mayıs gülleri ve bahar
Analar ve bacılar ağlayacakmış ne çıkar
Bu gece ‘dörtlerin gecesi’
Dört göğüste yar diye yalnızca ateş yanar
Biri nöbet tutar – biri bildiri yazar
Diğerleri dört kişilik bir ateş kurar

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar
Gökyüzünde bir anda dört yıldız kayar
Bütün dostlar uykuda
Dörtlerin gözlerinde yalnız ateş var
Dimdik başlarla
Emin ve kararlı bakışlarla
İhaneti durdurmak için ateşe yürüyorlar
Dördü de yaşamaya sevdalı
Özgürlüğe nişanlıydılar
Tutsaklık kesmişti mutluluk yollarını
Bu zindanda ölüme nikahlıydılar
Bu ölüm ki özgürlüğün ilk adımı
Tutsaklığın ve ihanetin kırılma anı

Takvimde on yedi mayıs kalkar
On sekiz mayıs dörtlere bakar
Dışarda güne hazırlanırken tomurcuklar
Dört candan başka uykudadır bütün tutsaklar
Dağ – taş ve zindan uykudadır
Yalnızca dört özgürlük yolcusu
O gece ölüme hesap sormaktadır

Yıllar boyu işkenceler içinde
İhanetler ve direnmeler içinde
Beklediler – beklediler de gelmedi ölüm
Tuttular yakasından koydular önlerine
Konuş be ölüm – konuş dediler
Biz büyürüz sen böyle küçüldükçe
Seninle kavgamız insanlık tarihiyledir
Prometheus’tan Spartakus’e
Bruno’dan Che guewera’ya
Ve Kawa’dan bizlere dek ateş iledir
Gel de bağdaş kur soframıza ey ölüm
Senin alçaldığını görmek
Özgürluk adına sunulan canlar iledir

Zindan sessiz – zindan canlı bir mezar
Dört can el ele bir demire sarıldılar
Tinerler – neftler ve boyalar
Zindanda dört can
Kazan altında betona çakılmış birer çiviydiler
Demirin beline sarılmış dört perçindiler
Ve bir potada erimeye hazır cevherdiler

Haykırdı üç kibrit yolunda önde giden
Ateşi zindanlardan kentlere götüren
Tamam mıyız
Üç yerine dört kibrit çıkarıp cebinden
Yaktı yüreğindeki korlanan ateşten
Tutuşan ateş
Patlayan tinerlerin ve neftlerin sesi
Dokunmasın hiç kimse
Bu gece dörtlerin özgürlük gecesi
Dört bin yılda yazılmış bir destanın
Güneş diliyle söylenmiş ilk hecesi
Böyle tutuşur – böyle yanar ancak
Uzay cağında bir zindan gecesi

…oOo…

Bir havar yükseldi zindandan kırlara
Dört ateşten dört kıvılcım düştü dağlara
Dağlar tutuşup indi bağlara
Dört ayrı ses yükseldi her ateşten
Söndürmeyin ateşi
Ufleyin korlara – ufleyin korlara

(…)
Yak artık canlarla yakılan ateşleri
Yak ki açılsın dünyanın körelmiş gözleri
Yak ki yırtılsın geceler ışığında
Yak ki tarihi yeniden başlatsın
Kawa’nin üç kibritin ve dörtlerin sözleri
Yak ki yayılsın dünyaya
Ateşin ve güneşin ölümsüz sesi

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

seventeen − thirteen =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla