Vengma, hiç bir partinin borazanı değildir. Hiç bir partinin düşmanı da değidir. Kürt partilerinin doğru politikalarını destekler, yanlış politikalarını eleştirerek yol göstermeye çalışır.

Cezaevinin Avlusu………………

Saraykapı cezaevinde koğuşumuzun kapısından çıkınca zemini betondan bir avlumuz vardı. Avluyu çevreleyen duvarları koyu gri renge boyamışlardı. O duvarların boyandığı renklere bakınca insanın içi kararırdı. Demekki, yöneticilere insanın içeride olması yetmiyordu, ayrıca sıkıntı da vermek gerekiyordu. Her sabah güneş ışığının vurduğu karşı duvarın altında mahkumlar, sırtlarını duvara verir ışıktan mümkün olduğunca faydalanmaya çalışırlardı. Sabahın bu ilk saatinin ilk müdavimleri arasında bende vardım ve asla bu keyfi kaçırmazdım. Duvara yaslan, gözlerini kapa ve güneşin önce yüzünü, sonra da ruhunu sarmasının mutluluğunu yaşa. 

Bugün pazar.

Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.

Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün

Bu kadar benden uzak

Bu kadar mavi

Bu kadar geniş olduğuna şaşarak

Kımıldamadan durdum.

Sonra saygıyla toprağa oturdum,

Dayadım sırtımı duvara.

Bu anda ne düşmek dalgalara,

Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.

Toprak, güneş ve ben…

Bahtiyarım…

Avluda üzerinde her sabah kuşların cıvıltıyla oynaştığı bir ağaç vardı. Ağacımız ve kuş cıvıltıları neşe kaynağımızdı. Ağacın sayesinde gözlerimiz yeşil görürdü. Ağaç ile koğuş mazgalının arasına gerili olan file sayesinde avluda Veleybol oynanırdı. Günlerden bir gün o güzelim ağaç, cezaevi uykudayken, görevliler tarafından motorlu testereyle kesilip yere serildi. Bu duruma o kadar çok üzülmüştüm’ki günlerce dünyaya küsmüştüm. Artık çatı kenarlarında ötüşen kuşlarin cıvıltısı sinirlerimi bozar olmuştu. Manyaklık böyle bir şeydir işte! Durup dururken sen kalk o güzelim ağacı kes! Mahkumları tek zevkinden mahrum bırak!

Bir gün gardiyanlar yeni bir tutuklu getirdiler. Yeni gelen bildik gelenlere benzemiyor. Siyasi koğuşa gelenler polis sorgusundan geldikleri için saçları başları dağınık, gördükleri işkenceden yüzü, gözü dağılmış,  elbiseleri sorgu hücrelerinde geçirdikleri günler nedeniyle kir pas içinde, avurtları çökmüş ve son derece yorgun gelirlerdi. Bunu, sanki çalıştığı muhasebe bürosundan alıp getirmişler. Üstü başı temiz, elbiseleri ütülü, yüzü traşlı ve bakımlı. Gardiyanlar bu zatı bize teslim edip çıktılar. Getirdikleri kişi çok üzgün görünüyor.

“Buyur hoşgeldin.”

“ Sağolun. “

“Tutuklumusun”

“Hayır cezam kesinleşti. Ben 1980’ den bu yana  PKK davasından tutuksuz olarak yargılanıyordum. Yardım ve yataklıktan. Öğretmenim. Cezam kesinleşti. Beş yıl ceza aldım. Son celsede beni tutuklayıp buraya getirdiler.”

Gözleri doluyor, ağlamaklı bir sesle. “Ben dayanamam, burada yaşayamam, hele karım olmadan hiç yaşayam.”

Herkes bir birine bakıyor. Bu ortamda, bir erkeğin ağlaması, dayanamam demesi ve üstelik ben karımsız yaşayamam demesi, bir insanın ganj nehri kenarında  “ Ey Hindular Allah diye bir şey yoktur, boşuna suya girmeyin. Bunlar hepsi boş inaçlardır. Ayrıca İneğe tapmak ta çok aptalcadır. ”  gibi bir şeydir. Hepimiz  bir birimize bakıyoruz fakat neyse!

Arkadaşa yer gösteriyoruz, çay geliyor ve cezaevi konusunda bilgilendiriyoruz. Fakat o bunların hiç birini duymuyor. Çaresiz onu yanlız bırakıyoruz. Uzanıp battaniyenin altına giriyor ve ağlamaya başlıyor. Karısının ismini yüksek sesle sayıklayıp hıçkırıyor. Bu arkadaş bir kaç gün böyle yaşadı. Sadece tuvalete gitti, acıktığında bir şeyler atıştırdı, yatağına girip yüksek sesle ağladı. Konuştuğu zamanlarda da “ Açık görüş ne zaman, Karım avluya gelebilirmi, onunla yanlız oturabilirmiyim. Ben onsuz ne yapacağım. Beş yıl nasıl geçecek. Yok vallahi ben karımsız dayanamam.” Dedi.

“Bak heval, burası cezaevi burada bu tarz konuşmalar yapmamalısın, biliyorum senin için çok zor, fakat burada herkes senin durumunda. İnsanların moralini bozuyorsun. Metanetli ol. Beş yıl nedir ki gelip geçer eşine kavuşursun.” Ben beş yıl nedirki dedikçe o sanki yüz beş yıl anlıyor, ağlamaya başlıyordu. Şaşırıp kalmıştık ne yapacağımızı bilmiyorduk. Neyse ki açık görüş günü geldi.  Eşi gelmişti. Herkes avluda, bizim ağlayan M.Ç eşinin elini iki avucunun içine almış avluda dolaşıp duruyor.  Bir ara göremedim. Bir müddet sonra bir gardiyan yanıma geldi. Beni bir köşeye çekti.

“Murat, bu yeni gelen arkadaşınıza sahip çıkın, valla siyasidir diye bir şey demiyoruz fakat ayıptır. Karısını iki de bir tenha yerlere çekiyor. Hiç hoş olmuyor, adli mahkumlar sorun yaratacak. “

“ Çok haklısın, bence ikisinide hücre cezası ver ve beni attığınız hücreye koy, böylelikle adli mahkumlar görmez onlar da muradına erer “ dedim gardiyan gülüp uzaklaştı. Görüş sona erdiğinde M.Ç’nin elinden karısının elini zorla aldılar.

Günlerden bir gün 5. Nolu cezaevinde yapılan açlık grevini desteklemek amacıyla, açlık grevi yapmaya karar verdik.  Onun organizasyonunu konuşmak üzere bir kaç arkadaşla bir köşeye çekilmiş konuşuyorduk. Aklıma M. Ç ‘a bir şaka yapma fikri geldi.

Arkadaşlara “ M.Ç, geldiğinden beri bizi mahfetti, onunla uğraşmaktan canımız çıktı. Ben şimdi onu çağıracağım ve konuşacağım. Ben ne dersem siz onaylamış gibi yapın”

Herkes tamam dedi.

M.Ç’ı çağırdık , çekine çekine geldi bizlere endişeli gözlerle bakıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.

“Gel Otur. Heval biliyorsun ve duyuyorsun. Cezaevlerinde Kürt tutsaklar açlık grevlerine başladı. Bizlerde açlık grevine başlamaya karar verdik. Yarın başlatıyoruz. Muhtemelen devlet güçleri koğuşa saldırı yapacak. Bu saldırıyı engellemek ve geri püskürtmek için radikal bir eyleme ve iki eylemciye ihtiyaç var.  Onlar koğuşa girdikleri anda bu iki arkadaş dışarıdan tedarik ettiğimiz benzini üzerlerine dökecek ve kendilerini tutuşturup düşmanın üzerine koşacaklar. Komite ile yaptığımız görüşmeler sonucunda bu arkadaşlardan birisi sen olacaksın. Komite seni seçti.” Dedim. Demez olsaydım. M.Ç den canhıraş bir bağırtı koptu, kendini ranzadan aşağıya attı ve bağıra bağıra tuvaletlerin oraya doğru koştu, demir kapılı bir tuvaletin içine girdi, kapıyı arkadan sürgüledi.Bütün çabamıza rağmen onu oradan bütün gece boyunca çıkaramadık. Şaka yaptığımıza bir türlü inandıramadık. O tuvalette sabaha kadar eşinin ismini haykırıyor ve ağlıyordu.

“Beni yakacaklar, beni bu genç yaşımda yakacaklar.”

Devam edecek…………….

Murat Dağdelen

15. Eylül. 2017/Almanya

Yorum Yazın

E-posta hesabınızı yayınlanmıyoruz

6 + 13 =

Kullanıcı deneyiminizi artırmak için çerezler kullanıyoruz. Sorun yok, rahat olun. Size özel herhangi bir bilgiyi yayınlamıyor ya da paylaşmıyoruz. Anladım, sorun yok Daha Fazla